Sanatçı, sanat görüşünü aynayla yüzleşmesi ile başlatmış olup, bireyin iç dünyasında ki konuşmalarını ve düşüncelerini inceleyerek devam ettirmiştir. Eserleri, yansıma felsefesinin temelinde bulunan Freud ’un yansıma sorununa ışık tutmaktadır. ‘’ Birey kendi dünyasında, kendisiyle nasıl bir ilişki İçinde’’ sorusuna verilen yanıtla, düşünmeyle varlığın ilişkisinin mantıksal yapısı, aynayla yansıtılanın mantıksal yapısının yerini tutar. Figürativizm ve sürrealizm aracılığıyla, izleyiciyi resmin sadece bir gerçeğin taklidi olduğunu hissetmek yerine empatik ama huzursuz hissetmeye teşvik etmektedir.
Varoluş anlamında katkıda bulunarak bir bilinçaltının en temel vurguları incelenmektedir. Bireyin özünden kurtulup yanılsanan gerçekle yüzleşmesini, sanatta ki kaygılarıyla ele alınmakta ve kömürün karanlık etkisiyle izleyiciyi alışılmışın dışındaki bakış açısına yöneltmektedir.
Karanlıkla Aydınlık Arasındaki Bilinçdışı
Sanat alanında derin bir şekilde izlenen imge, aslında insanın yaşamsal faaliyetleri içinde farkında olmadan kullandığı olgudur. İmge bir taklit veya benzetim olarak düşünüldüğünde asıl olanın yansıması olduğu görülmektedir. Yansıma, özneyi nesne dünyasından ayırıp ona “düşünen varlık” olarak özgürlük vermektedir. Düşünen varlık olabilmek içinse, sizi diğerlerinden ayıran temel şeyin yani benliğinizin devreye girmesi gerekmektedir. Özne olarak ‘’ben’’in, nesne olan ‘’ben’’ hakkında düşünmesi gerekecektir.
Bir benliğin iç ve dış uyarıları sanattan koparıp kendi dünyasında sentezleyerek, yoruma değer bilgileri kendisine katması gerekir. Algılama açıksa, yorumlama kolay olacaktır. Benliğin iç ve dış uyaranları algılama kapasitesi sınırlıdır. Bu yüzden bazı uyarılar algılanamaz, bazıları algılanır ama görmezden gelinir, bazıları algılanarak yorumlanır. Bu açıdan algılamayı bilinçli ve bilinçdışı olarak ikiye ayırabiliriz. Algılama işleminin çoğu farkında olunmadan yapılır. Örneğin iki kişi, içinde oldukları ilişkide yaşananların ve konuşulanların çoğunu algılar ama tümünü zihnine kaydetmez.
Bu iki kişi aralarında ilişkilerini konuşsalar, bazı olayları hiç anımsamadıkları, bazılarından söz edilirse anımsadıkları, bazılarını ise ikisinin de çok iyi ama farklı anımsadıkları görülür. Bu iki kişi aralarındaki ilişkiyi bir başkasına anlatsalar birbirleri ve ilişkileri hakkında daha başka şeylerden konuşurlar. Tüm bu konuşulanların dışında kişilerin kendi içlerinde düşündükleri ama kimseye söylemedikleri düşünceleri de vardır. Eğer bu kişilerden birisi diğeri ile ilgili bir düş görür ve bunun psikanalitik bir değerlendirilmesi yapılırsa arkadaşı hakkında kendisinin bilincinde olmadığı düşünceleri ortaya çıkabilir. Kendi bilinçdışına daha da yaklaşılmış olur.
Bilinçdışı ruhsal süreçler sözcüklerle simgeleşmemiştir, sözcük öncesi niteliktedirler. Bu yüzden bilinçdışına ulaşılamaz. Bilinçdışı simgeleştiği anda benlik devreye girmiş demektir.
Eserlerde bilinçdışını kullanılmasının temel nedenlerinden birisi budur. Farklı farklı bireylerin bilinçdışını resmederken aslında bunu gören ve algılayan bireylerinde kendi bilinçdışı ile birleşimi, bir nebze yüzleşmesi sağlamaktadır. Bu yüzleşmede Bilinçdışı arzu, dürtü ve anılar karşıtlık kuralına bağlı değildirler. Yani karşıt olan öğeler düşlerdeki gibi yan yana, iç içe olabilirler. Örneğin resimlerde bir kadının sakalları olabilir, bir erkek bedeninin devamı kadın uzvu olabilir, bir bacaktan birden çok bacak çıkabilir ya da bir insan yüzünde ikiden fazla göz olabilir. Eserlerde deformeye uğrayan, birden fazla bedenin birleşmesi bazen boşlukta dururken, bazen bir mekan içinde sıkışıp kalabilmektedir. Aslında bu süreçte bilinçdışının zihinsel süreçler zaman ve yer tanımadığından kaynaklanır. Neden- sonuç ilişkilerine gerek duymazlar. Neden bedenler yatakta uzanıyor? , Neden ölü gibi duruyor ?, Neden çölde resmedildi? Gibi bağlantı aranamaz, ilişki kurulamaz. Gerçeklikle ilişkileri zayıftır. Dış gerçekliğin yerini psişik gerçeklik almıştır. Bedenlerin denizde yüzmesini, samanların arasında kaybolmasını, bulutlarda uçmasını, bitkilerle buluşmasını bu şekilde açıklayabiliriz.
Bilinçdışı bütün ve parça ilişkisi gerçekliği tanımaz. Bir parça, bütünü simgeleyebilir. Sadece aynı bedeni tam tekrar ile kompozisyon içinde gezinebilir ya da parçalar kolaylıkla yer değiştirebilir. Seçilen bellekteki peyzaj devam edebilir, tekrar edebilir yada birden çok kez yansıyabilir. Örüntü oluşturabilir veyahut başka bir ütopyaya, yansımayı bozmadan geçiş yapabilir.
Burada gerçekliğin sınıflamalarını bozan bir genelleme devreye girer. Bu süreç aynı zamanda birincil süreç düşünme biçiminin özellikleridir. Birincil süreç düşünme biçimi haz ilkesinin kontrolündedir. Haz ilkesini sanatıma dahil etmemin tek bir nedeni vardır; algılama ve yüzleşme sürecinde izleyicinin haz alması ya da rahatsız olmasıdır. Yine bu hoşnut olma veya olmama durumuna bilinçdışınız karar verecektir. Baktığınız resimlerde, benliğim buraya nasıl yansıyor ? sorusunu defalarca soracağınız durumlar olabilir. Bilinçdışınızın izlerini taşıyan düşünce, duygu ve anılar, gündüz iki saniyeliğinize dalıp gittiğiniz düşlerinizde yer bulacaktır. Bu sadece düşler ile sınırlı değil, rüyalarınızdan fantazilerinize kadar bu yansıma sürecini büyütebiliriz. Gündüz düşleri, önemli fantezilerle, fantezi kalıntılarıyla ve bellek örüntüleriyle ilişkililerdir. Boş kalınan zamanlarda, uyumadan önce ya da hayallere dalma anlarında aklınıza gelebilirler. Aynı şekilde rüyalar da bilinçdışından gelen ögelerdir. Hem rüyanın içeriği hem de rüya içeriği üzerine serbestçe konuşma ile bilinçdışınızın izlerine ulaşılabilir. Yani hiçbir şekilde kendinizden bir yansıma bulamamış olsanız bile, resimleri görüp algılamayı başlattıktan sonra ben zaten sizin bilinçdışınıza ulaşabilirim. Artık resimlerim bilinçdışınıza süzülmüş şekilde dururken, sizin kontrolünüz dışı bir rüyanızda canlanabilir, üçüncü boyutta hayat bulabilir.
Bilinçdışı konusu her sürrealizm sanatçısının ele aldığı, Freud’dan beslendiği açık bir konudur. Psikanalizin kurucusu Freud’un zihnin katmanlarıyla ilgili teorilerinden etkilenerek yapılan resimlerde, kullanılan sabit üslubun kömür olması aslında algı problemini ortadan kaldırıp, hipnoz niteliği taşımaktadır. Amaç aslında teknik fark etmeksizin odaklanma sürecini kısaltarak size ulaşmaktır. Bazı eserlerde ise algı oyunu yapılmak için patlamış tek renk kullanılmaktadır. Burada ki amaç; arka ön ilişkisi kurularak izleyiciye ” bana bak ”, ” beni gör” ilkesi uygulanmaktadır. İzleyici kendisini tabloda bulamasa dahi ilgi çekilmiştir.
Ve artık bilinç altınıza bir Esra Türk girmiştir.